November 12, 2015

"Nə ağac, nə insan"

Payızda başlayır ağacın dərdi,
Yarpaqlar tökülən, quşlar köçəndi.
Bilsə də, baharda hamı qayıdır,
Ağac öz dərdini özü çəkəndi.

Tökülüb yarpağı, ağac üşüyür,
Bəzəyib ayağı altını xəzan.
İnsan ki, insanın əyninə baxır,
Kimdi bu yağışda ağaca baxan?!

Hər il eyni dərdi təkrar yaşayır,
Səsini çıxarmaz, dayanar ağac.
Bir gün bağban tapar çıxış yolunu,
Sobada hüzura qovuşar ağac.

İsidər əlini donan insanın,
Tüstüsü yağışın gözünə dolar.
Qışdan çəkdikləri qığılcım olub
Ağacın qisasın insandan alar.

Fələk bu yanğını günaha yazsa,
Onsuz da yolları kəsişən deyil.
Payızdan çəkdiyin yazda unudub,
Bu ağac xislətin dəyişən deyil.

November 9, 2015

Bağıralım bir az

İnsanı da mı kahreder Tanrı?
Ben onun sadece şeytanla
papaz olduğunu düşünmüştüm.
Bu işte bi yolsuzluk var.
Hakikat olan da bu yolsuzluk.
O yüzden kimse yola çıkıp hakikate ulaşamıyor.
Mutluluk için nerdeyse dilenir oldu insanlar.
Nerdeyse göz yaşlarını satıp yerine tebessüm alacaklar.
Ama göz yaşı nedense bedava.
Diyorum ya, bu işte bi yolsuzluk var.
İnsanı da kahrediyorsa Tanrı...
Bilmiyorum dahiler bu dünyaya nasıl veda ettiler?
İnsanlığın akibetini merak edip, sonunda tükürerek mi?
Tam gözlerini kapatırken bi` umut ışığı yakalayarak mı?
Nasıl olsa ne ben, ne de kimse
Bu işin sırrını öğrenemeyecek.
Yazamadılar ya en son ne hissettiklerini.
Hepsi ölmeden önce yaşadı.
Ama en son ne yaşadıklarını paylaşmak şansları olmadı.
Ben bir az bıkkınım galiba ya.
O yüzden bu kadar umutsuz,
ve bu nefret doluyum.
Şeytan umursuyor mu lanete uğradığını? Ha?
Acaba?
Bence umursamıyordur.
Nerdeyse tüm insanlık paylaşıyordur onun lanetini.
Yalnızlık için uğraşırken, o da bir sürü arkadaş edindi.
Ama basit bir huzura varmak için
Bir ömür Tanrını aramak zorundayız.
Böyle hakikat mi olur ya, hayat aşkına?!
Bana bakarken, beni duyarken, kızmayın lütfen!
Ben yolların nereden başladığını bilemiyorum.
Hiç bir durak da beni durduramıyor.
Allah kahretsin ya!
İnsanı da mı kahreder Tanrı?
Oysa, ben onun sadece şeytanla
papaz olduğunu düşünmüştüm.

November 8, 2015

Sokakta hayat var

sanatalemi.net`te yayımlandı.

Dikkat! Dikkat!
İstanbul`u anlatıyorum...
Dinler misiniz?
Tarihin öksüz bıraktığı surlar gibi,
Sokakta vaat edilen hayat gibi,
Bu şehre geldiğimde ben de
Kaç yaşında olduğumu unuttum.
Benden ilk çalınan şey buydu her halde.
Aklımda yaşımdan büyük düşünceler vardı,
Oysa beni, yüzümü içten güldürecek
eğlencelere kadar düşürebildi.
Gözlerimi ayırmadan, başka bi` ses duymadan
"Palyoço"yu ezberden söyleyen arkadaşı dinledim.
İki kadeh biradan sonra kendimi
Şairin hemşerisi zannedecek kadar sarhoştum.
Dansetmeyi de seviyorum ya ben?
Dansözler masaları gezip para toplarken
Ben dansettiğim yerden gözleri topladım.
Evet, gözleri, bakışları değil.
Çünkü ben dikkat değil, gizem arıyordum.
Her çift göz de kendince bir gizem ya...
İstanbul`dakı gözler ise o kadar çok renkarenk ki!
Fethinden sonra kendisi Fatih olmuş bu şehir...
Zaten büyüktü, çaldığı kalplerle de okyanusa dönmüş.
Yüksek yüksek tepelerden sulara baktığımda
Anladım ki, bu şehir kalpleri değil, akılları çalıyor.
Pierre Loti`ye kalkmak sanki şehrin yüreğine inmekmiş.
Küçücük bir sırrını da bana açtı kendisi:
Bir tarafta uyurken bu hayattan göçmüşler,
Bir taraftan göçüyor İstanbul`a gezmişler.
Ama İstanbul öyle bir durak ki,
Ne buradan başlarsın, ne burada bitirirsin yolculuğunu,
Fakat seni ilk değişen durak İstanbul olur.
Öyle bir kararsızlığa sürükler ki seni,
Düşünmekle papazsan, artık düşünmeden duramazsın.
Bi` de sokakta hayat var demez mi kadehler?
Aynı şeyi tekrar tekrar göze sokmaz mı panolar?
Sokakların en güzel saati ne zaman?
Tabii ki gece yarısı.
Sadece karanlığı aydınlatan Ay,
Gece lambaları ve farlar yüzünden değil,
Bunu anlamışların sokağa çıkması yüzünden.
İnsan kadar güzel daha ne aydınlatır ki, sokakları?
Taksim`in, Kadıköy`ün dar ve mutlu sokaklarını kim yarattı?
Tabii ki, sokağa hayat getirenler.
Tabii ki, İnsan.
Ben mutluluk denen masala inanmıyorum.
Ama İstanbul bana şunu söyledi:
Yüzünü güldüren sokağın mimarları
Boğaza açılıp mutluluk aramaya çıkmasaydılar,
Martılar simit tadmasaydılar,
Rakıyla balık karşılaşmasaydı,
Solist dertli şarkısını gülerek okumasaydı,
Sen bu şehri nasıl bulurdun?
Cevap veremedim. Sustum. Aşık oldum.
Ben zaten doğuştan aşıktım.
Hayat aşkımın içine gizemlilik girdi.
O yüzden hayata yeniden aşık oldum.
Bir gün sebeplerimi kaybetsem bile,
Yaşamaya hep  bahanem olacaktı...
Fatih şehirleri gezmek gibi,
Görmediğim renkleri bilmediğim gözlerde aramak gibi,
Uyumadan uyanmak gibi,
Tanımadan inanmak gibi,
Ölmeden yaşamak gibi.
Ölmeden önce yaşamak lazım, değil mi?
Ölmeden önce yaşamak lazım.
Haydaaa... Ustadın seslendiği Palyoço olmadığıma mı üzüleyim,
Ustad olmadığıma mı üzüleyim derken,
Kendimin varlığına sevindim.
Onları duya bildiğim için,
Renklerin içinden geçebildiğim için,
Düşünebildiğim için ve beni aradığım için
Kendimin varlığına sevindim.
İstanbul yüzünden siyasetin de tabiri şairane,
Türkçeyi siyasetçi ağzından şiir gibi akıtıyorsa,
İnsana da İnsanlığı unutturmaz bu şehir.
Yalnız pembe değil tüm gördüklerim,
Fakat hiç korkmadım karanlığından.
Hangi şehrin köpeği, hırsızı yok ki?
Sokakta onların da hayatı var.
O yüzden yazmadan geçtim onları,
Belki onların da bahanesi var ...
Dikkat! Dikkat!
İstanbul`u anlattım...
Duydunuz mu hiç?

YOX




Biri var idi, biri yox idi. "Yox" olan ən çox arzulanan idi. "Var" olan isə başağrısı idi. Bir gün başağrısı özünə sual verir ki, mən niyə varam? Və heç yerdən cavab gəlmir. O an "yox" olan cavab olur. Başağrı da gedir cavab axtarmağa, yəni "yox" olanı. Baş qalır tək və "yox" olan indi başağrısı olur.