Yürürken kalabalığın içinde
seçilen güzel parfümlerin kokusunu daha iyi almak için bazen gözlerini kapatıp
yürüdüğünün farkına varmıyordu. Böyle yürümekle birine çarpıncaya kadar ona
kendini unutturan kokularla karşılaşıyordu.
En çok da içlerinde aradığı bir özel kokunu bulmak istiyordu. Uzun zamandır
rastlamıyordu o kokuya. Sadece yaşaya bileceği bir kokuydu, ifade edemiyordu,
hangi parfüm olduğunu bilmiyordu, araması için yardımcı olacak hiç bir şeye
sahip değildi. Kokuyu hatırlıyordu, çünkü bir defa yaşanan o koku, her
defasında hayata dönüyordu, burnuna dokunduğunda. Hatta yaşandığında bitmesini
istemediği bu kokuyu değersizleşdirmemesi için, evinin her odasında doğal
limonlar yerleştirmişdi. Bazıları ağaçtan sarkıyor, bazılarıysa tabakta
bulunuyorlardı. Eve gelince, dışarıda duyduğu o unutulmaz kokuyu hafızasından
silmek için, her defasında yeniden yaşanmasını sağlamak için bir kaç dilim limon
yiyordu. Daha çok kabuğunu sevdiği için ekşiliğinden rahatsız olmuyordu.
Evet,
kimsenin bilmediği, böyle küçücük ve acaip takıntıları ya da saplantıları vardı. Bir gece rüyada kendisini görmüştü. Daha yeni-yeni
büyüyen bir çocuktu. “Hayat” isimli yaşlı bir adamla karşılaşmıştı farklı
kokuların uçuştuğu bir karanlığın içinde. Nerede olduğunu bilmiyordu. Büyümeyi
durdurmuştu. Yaşlı adama aşık olduğu için çocuk haliyle onun taklitini
yapıyordu. Yaşlı adam çocuğun yaşlandığının farkındaydı, ama onun
hayranlığından doyamadığı için çocuğu uyarmıyordu, haberdar etmiyordu. Bir
anlık kendini nasıl olduysa, ölü buldu
rüyada. Sonra aynı yaşlı adam ona doğru gelip şunları söyledi: “Sana yalan
söyledim. Ben yoktum.”
Anında
uyanıvermişdi uykusundan ve rüyasını kimseye anlatmamış, yorumlanmasını
istememişti. Kendisinin hiç bir fikri olmadığı bu rüyaya, başkalarının
fantazisiyle inanmak istemiyordu. Önce kendinin bir fikir edinmesi gerekiyordu
ama hiç acelesi yoktu.
Kaydırgan duygularını def edebilse,
en yüksek zirve olan kalbine tırmanmayı deneyecekti. Bu şehrin onsuz kalacağı
günü merak ediyordu. Var iken bu şehirde yok ola bilmek. Bunları denemek
istiyordu, ama felsefeye götüren her şeyden uzak kalarak. Çünkü yaptıklarını
açıklaması gerekecekti, kendini açıklaması, fikirlerinin nerden kaynaklandığını
açıklayarak, yaşamını ispat etmesi gerekecekti. Tüm bunlardan kaçması
gerekiyordu. Felsefesiz, psikolojisiz, bilimsiz.
Vicdanlı
olmak... Yolculuğunda kimseden vicdanlı olmaktan başka bi`şey beklemiyordu. Ne
fazla iyi, ne fazla kötü, ne fazla yalan, ne fazla doğru. Konuştukları yalanda
bile her kesten vicdanlı davranmayı bekliyordu. Zaten insanoğlu bir kere
cennetten kovulmuş ve ben onun bu hayatta melek olmasını bekleyemem, diyordu.
Bazılarının o biri dünyadakı makamını şimdiden düşünmesine gülüyordu bazen. Ne
makam düşünüyorsunuz ki? Sanki düşündükleri ve kaygıları, yaşadıkları yalanın
içinde doğrularına kavuşmalarına yardımcı olacak! Çok gülerdi ya, böyle
insanlara. “Adım atmayalım da cennet ayaklarımızın altından kaymasın”, “Fazla
günah işleyelim de cehennemde dünyadakı en ünlü isimlerle karşılaşalım”... Allahım!
Aptal mı bunlar? Size ordakıların listesini kim verdi ki?Allah, Allah! Düşünüp
bir cevaba ulaşamasa da, insanların vicdanlı davranacaklarına inanmak istiyordu.
Vicdanlı olmak... Her kes farklı anlar mı bu sözü? Farklı mı kullanır? Öyle
galiba ...
Kafası karışınca alkol almayı
ters çevirmezdi, ama uzun süredir ki, alkolün onun içindeki kavgasına engel
olacağını düşünüyordu. Vicdanlı insanlar kafaları yerindeyken yalan
konuşamazlar ve doğrunun acısıyla yaşarlar. Ama bi` kadeh içtiler mi, yalana
teslim olur ve tüm doğru dışarı çıkıverir. Ayıldıklarındaysa, doğrunun
gözlerinde bir gram olsun, değeri kalmamış olur. Bir kere yalana teslim olan,
zaten kafası yerine gelsin hiç istemez. O yüzden, acı da olsa kavgasıyla başbaşa
kalması gerekiyordu. Belki ruhu kanında oturuyor, alkol kanıma karışınca ruhum daha da karışmaz mı?!
Kendisiyle
ilgili kimseye yalan söylemezdi. Ne ilk tanışmalarda, ne de ki uzun süren
ilişkilerde. Kendisince, her şeyi söylemenin doğru zamanını yakalarsa, yalan
söylememiş olacaktı. Bir de bazı
kitapların, dergilerin kokularını sevmez mi? Evet, bu takıntısını bile bazen
çekinmeden itiraf eder.
Düşünen
insan susmaya daha erken alışır. Ama bunun öncesinde konuşması gerek, tanıdığı,
bildiği insanlarla sohbet etmesi, tartışması, konular paylaşması gerek. Aklını
o kadar çok karıştıracaklar ki, tüm düşünceleri süzgeçten geçirip yerine
oturtması için konuşmayı azaltması, bir süre sonra tamamen susması gerekecek. O
zaman başkalarından kopardığı her şey içinde onun kendi adından konuşmaya
başlayacak. İçindeki seslere sözleri kalıp yapacak, sonra cümleler, sonra yeni
icatlar, sonra hayal kırıklığı, sonra huzur, sonra mutsuzluk, yani huzuru
terkettiren hikayeler... Böylece dünyaya “suskun” bir insan gelecek. Onun
içinde doğdu ve ölmeyinceye kadar konuşmak yasak. Hani ruhu genç kalan insanlar
var ya, onlardan sanardı kendisini. İçindeki yaşlı adamı kimseye göstermez, ama
her kesin bunu farkettiğini bilirdi. Çünkü onlar gibi değildi. Deliydi. Ya?! Delinin
yola çıkma zamanı ...
Huzuru
kaçan insanlar hallerini “mutsuzluk”
sözcüğüyle anlatırlar ve aptalca “mutluluğu” aramaya kalkarlar. Hadi, canım!
Mutluluk diye bir şey var, nerede yazıldı ki? İçinizde huzurunuz kaçmış sizin.
Bilin ki, bunun suçu hep başkalarına ait değil. İsteklerinizi fazla büyüdüp
büyük hayal kırıklıklarıyla karşılaşıp da, böyle “mutluluk arayanlar” kervanına
eklenirsiniz. Ben de diyorum, suratınızdan düşen bin parçanın nedeni
kim?İçinizdeki “ben” elinizden kaymış ve kırılmışsınız. İşte, ben de o yüzden
içinizde bir “ben” var, onu koruyun, ona dikkat edin diyordum. Bana “deli”
dediniz. Peki, gözünüzü delen ve ağlatan o parçaları içinizde taşımakla siz
“akıllı” mı oldunuz? Ben “benimle” barışığım diyemem, ama onu taşımayı ve
kayarken sert düşmemesini sağlamayı bilirim, hiç değilse.
Bu düşünceler, bu karmaşalığın yarattığı
kasırgadan kurtulmanın yolu – yalnız bir yolculuktu. O da, bu yola çıkmıştı.
Ama düşünce düşünceyi getirdiği için, kasırga dinmediği için ve hayata dönmek
istediği için 3 isteğinin gerçekleşmesini diliyordu: izini kaybettiği kokuyu
bir daha duymak, hayata neden geldiğini anlamak ve vicdanının sızlamasını dindirmek.Bu
üç şey onu her kesle kaynayıp karışarak hayata dönmesini sağladı ve her kesten
biri yaptı. Onların gerçeğinin içinde kaybolmak istemese de, yorulmamak istedi.
Hangi zamana ait olduğunu bilmeden, düştüğü zamanın girdabında yoğrulmak
istedi, yapısına ihanet etmek, geleceğin çağırdığı “avanqard” yapıyla ona doğru
koşmaya başladı. Vedalaşırken de : “Vicdanlı olmak...Bu muydu vicdanlı olmak,
adam?!” diye uzaklaşmıştı kendinden.
Geri dönmek için zamanı çoktu, son dakikada uyanmak kararı vermeseydi. Affetmek
mi, affedilmek mi istemiyordu? Ben de anlamış değilim.
SANAT ALEMI SİTESİNDE DE YAYIMLANDI: http://sanatalemi.net/makale.asp?ID=4125
SANAT ALEMI SİTESİNDE DE YAYIMLANDI: http://sanatalemi.net/makale.asp?ID=4125