December 28, 2012

Üç istekle yeni doğan BEN


Yürürken kalabalığın içinde seçilen güzel parfümlerin kokusunu daha iyi almak için bazen gözlerini kapatıp yürüdüğünün farkına varmıyordu. Böyle yürümekle birine çarpıncaya kadar ona kendini unutturan kokularla  karşılaşıyordu. En çok da içlerinde aradığı bir özel kokunu bulmak istiyordu. Uzun zamandır rastlamıyordu o kokuya. Sadece yaşaya bileceği bir kokuydu, ifade edemiyordu, hangi parfüm olduğunu bilmiyordu, araması için yardımcı olacak hiç bir şeye sahip değildi. Kokuyu hatırlıyordu, çünkü bir defa yaşanan o koku, her defasında hayata dönüyordu, burnuna dokunduğunda. Hatta yaşandığında bitmesini istemediği bu kokuyu değersizleşdirmemesi için, evinin her odasında doğal limonlar yerleştirmişdi. Bazıları ağaçtan sarkıyor, bazılarıysa tabakta bulunuyorlardı. Eve gelince, dışarıda duyduğu o unutulmaz kokuyu hafızasından silmek için, her defasında yeniden yaşanmasını sağlamak için bir kaç dilim limon yiyordu. Daha çok kabuğunu sevdiği için ekşiliğinden rahatsız olmuyordu.

Evet, kimsenin bilmediği, böyle küçücük ve acaip takıntıları  ya da saplantıları vardı. Bir  gece rüyada kendisini görmüştü. Daha yeni-yeni büyüyen bir çocuktu. “Hayat” isimli yaşlı bir adamla karşılaşmıştı farklı kokuların uçuştuğu bir karanlığın içinde. Nerede olduğunu bilmiyordu. Büyümeyi durdurmuştu. Yaşlı adama aşık olduğu için çocuk haliyle onun taklitini yapıyordu. Yaşlı adam çocuğun yaşlandığının farkındaydı, ama onun hayranlığından doyamadığı için çocuğu uyarmıyordu, haberdar etmiyordu. Bir anlık kendini  nasıl olduysa, ölü buldu rüyada. Sonra aynı yaşlı adam ona doğru gelip şunları söyledi: “Sana yalan söyledim. Ben yoktum.”

Anında uyanıvermişdi uykusundan ve rüyasını kimseye anlatmamış, yorumlanmasını istememişti. Kendisinin hiç bir fikri olmadığı bu rüyaya, başkalarının fantazisiyle inanmak istemiyordu. Önce kendinin bir fikir edinmesi gerekiyordu ama hiç acelesi yoktu.

Kaydırgan duygularını def edebilse, en yüksek zirve olan kalbine tırmanmayı deneyecekti. Bu şehrin onsuz kalacağı günü merak ediyordu. Var iken bu şehirde yok ola bilmek. Bunları denemek istiyordu, ama felsefeye götüren her şeyden uzak kalarak. Çünkü yaptıklarını açıklaması gerekecekti, kendini açıklaması, fikirlerinin nerden kaynaklandığını açıklayarak, yaşamını ispat etmesi gerekecekti. Tüm bunlardan kaçması gerekiyordu. Felsefesiz, psikolojisiz, bilimsiz.

Vicdanlı olmak... Yolculuğunda kimseden vicdanlı olmaktan başka bi`şey beklemiyordu. Ne fazla iyi, ne fazla kötü, ne fazla yalan, ne fazla doğru. Konuştukları yalanda bile her kesten vicdanlı davranmayı bekliyordu. Zaten insanoğlu bir kere cennetten kovulmuş ve ben onun bu hayatta melek olmasını bekleyemem, diyordu. Bazılarının o biri dünyadakı makamını şimdiden düşünmesine gülüyordu bazen. Ne makam düşünüyorsunuz ki? Sanki düşündükleri ve kaygıları, yaşadıkları yalanın içinde doğrularına kavuşmalarına yardımcı olacak! Çok gülerdi ya, böyle insanlara. “Adım atmayalım da cennet ayaklarımızın altından kaymasın”, “Fazla günah işleyelim de cehennemde dünyadakı en ünlü isimlerle karşılaşalım”... Allahım! Aptal mı bunlar? Size ordakıların listesini kim verdi ki?Allah, Allah! Düşünüp bir cevaba ulaşamasa da, insanların vicdanlı davranacaklarına inanmak istiyordu. Vicdanlı olmak... Her kes farklı anlar mı bu sözü? Farklı mı kullanır? Öyle galiba ...

Kafası karışınca alkol almayı ters çevirmezdi, ama uzun süredir ki, alkolün onun içindeki kavgasına engel olacağını düşünüyordu. Vicdanlı insanlar kafaları yerindeyken yalan konuşamazlar ve doğrunun acısıyla yaşarlar. Ama bi` kadeh içtiler mi, yalana teslim olur ve tüm doğru dışarı çıkıverir. Ayıldıklarındaysa, doğrunun gözlerinde bir gram olsun, değeri kalmamış olur. Bir kere yalana teslim olan, zaten kafası yerine gelsin hiç istemez. O yüzden, acı da olsa kavgasıyla başbaşa kalması gerekiyordu. Belki ruhu kanında oturuyor, alkol  kanıma karışınca ruhum daha da karışmaz mı?!
Kendisiyle ilgili kimseye yalan söylemezdi. Ne ilk tanışmalarda, ne de ki uzun süren ilişkilerde. Kendisince, her şeyi söylemenin doğru zamanını yakalarsa, yalan söylememiş olacaktı. Bir de bazı kitapların, dergilerin kokularını sevmez mi? Evet, bu takıntısını bile bazen çekinmeden itiraf eder.

Düşünen insan susmaya daha erken alışır. Ama bunun öncesinde konuşması gerek, tanıdığı, bildiği insanlarla sohbet etmesi, tartışması, konular paylaşması gerek. Aklını o kadar çok karıştıracaklar ki, tüm düşünceleri süzgeçten geçirip yerine oturtması için konuşmayı azaltması, bir süre sonra tamamen susması gerekecek. O zaman başkalarından kopardığı her şey içinde onun kendi adından konuşmaya başlayacak. İçindeki seslere sözleri kalıp yapacak, sonra cümleler, sonra yeni icatlar, sonra hayal kırıklığı, sonra huzur, sonra mutsuzluk, yani huzuru terkettiren hikayeler... Böylece dünyaya “suskun” bir insan gelecek. Onun içinde doğdu ve ölmeyinceye kadar konuşmak yasak. Hani ruhu genç kalan insanlar var ya, onlardan sanardı kendisini. İçindeki yaşlı adamı kimseye göstermez, ama her kesin bunu farkettiğini bilirdi. Çünkü onlar gibi değildi. Deliydi. Ya?! Delinin yola çıkma zamanı ...

Huzuru kaçan insanlar  hallerini “mutsuzluk” sözcüğüyle anlatırlar ve aptalca “mutluluğu” aramaya kalkarlar. Hadi, canım! Mutluluk diye bir şey var, nerede yazıldı ki? İçinizde huzurunuz kaçmış sizin. Bilin ki, bunun suçu hep başkalarına ait değil. İsteklerinizi fazla büyüdüp büyük hayal kırıklıklarıyla karşılaşıp da, böyle “mutluluk arayanlar” kervanına eklenirsiniz. Ben de diyorum, suratınızdan düşen bin parçanın nedeni kim?İçinizdeki “ben” elinizden kaymış ve kırılmışsınız. İşte, ben de o yüzden içinizde bir “ben” var, onu koruyun, ona dikkat edin diyordum. Bana “deli” dediniz. Peki, gözünüzü delen ve ağlatan o parçaları içinizde taşımakla siz “akıllı” mı oldunuz? Ben “benimle” barışığım diyemem, ama onu taşımayı ve kayarken sert düşmemesini sağlamayı bilirim, hiç değilse.

Bu düşünceler, bu karmaşalığın yarattığı kasırgadan kurtulmanın yolu – yalnız bir yolculuktu. O da, bu yola çıkmıştı. Ama düşünce düşünceyi getirdiği için, kasırga dinmediği için ve hayata dönmek istediği için 3 isteğinin gerçekleşmesini diliyordu: izini kaybettiği kokuyu bir daha duymak, hayata neden geldiğini anlamak ve vicdanının sızlamasını dindirmek.Bu üç şey onu her kesle kaynayıp karışarak hayata dönmesini sağladı ve her kesten biri yaptı. Onların gerçeğinin içinde kaybolmak istemese de, yorulmamak istedi. Hangi zamana ait olduğunu bilmeden, düştüğü zamanın girdabında yoğrulmak istedi, yapısına ihanet etmek, geleceğin çağırdığı “avanqard” yapıyla ona doğru koşmaya başladı. Vedalaşırken de : “Vicdanlı olmak...Bu muydu vicdanlı olmak, adam?!”  diye uzaklaşmıştı kendinden. Geri dönmek için zamanı çoktu, son dakikada uyanmak kararı vermeseydi. Affetmek mi, affedilmek mi istemiyordu? Ben de anlamış değilim.

SANAT ALEMI SİTESİNDE DE YAYIMLANDI: http://sanatalemi.net/makale.asp?ID=4125

                                    

December 19, 2012

Düşündüm ki...


  • Silah patlamasına benzer, yalnızlığın sesi: kurşun yemezsin, ama kulaklarını kaparsın. Yalnızlar kalabalığın içinden fark etmeyenler ichin ruzgar gibi, fark edenler için kurşun gibi geçib giderler...
  • İçindeki boşlukta kaybolma diye, ocakta kor oluncaya kadar yaktığın bıçağı gögsüne saplarsın. Acıtır. Sonra fena izi kalır ama yaşamaya devam edersin.
  • Lütfen, parmaklarının ucuyla yüzümü belleğine taşı ve beni gerçeklikten sil.
  • Tırmana bileceğim en yüksek zirve-kalbimdir, kaydırgan duygularım olmasa.
  • Yokluğunu değil, varlığını uzat demiştim. Ama "sesli" düşünmemişim galiba.
  • Hayret... Kalemimin ucu kırılmasaydı, belki de mürekkebde gizlediği sözlerle hiç tanışmayacaktım.
  • En derinde taşıdığımız kurşun, bazen sizi onu çıkarmak için kendinize vurduğunuz kurşunlardan korur, bazen de o kurşunların içinde kendini kaybeder. Ölmek yine de sizin elinizde değil.
  • Ben kırmızı ışıkta sadece size zarar vermemek için geçmiyorum. Ama sizin  beni "risk almaktan korkuyorsun" diyerek "yüreksiz" sanmanız, size hem de acımamı saklıyor. Benim yüksekliğimde, siz cahilliğinizle  ne kadar da küçük gözüküyorsunuz! Vay be!
  • Ya! İmalat hatası olan insanları, hayat bize güzel ambalajda sunuyor ya, ben o beceriğine şaşırıyorum.
  • İçinizdeki canavarı öldürmek varken, uzakta olanları nişan almak niye?
  • Bazen düşünüyorum da, hayata o kadar çok sipariş verdik ki, servis yaptığı masaları karıştırmış durumda.
  • Kendi "benlerine" bağlı olanlar, aşk geldi diye kendilerini "ben"lerinden özgür kılarlar. Aşk gider, "ben"leri de geri gelmez. İşte, o zaman yalnızlığın hikayesini yazmaya başlarlar.
  • "Mutluluk paylaşınca güzel" dendi, dağıtılınca denmedi ki...
  • "Yalnızlık Allah`a aittir" söyleyip de, çekip gittiğiniz an- en çok güldüğüm andır.
  • Derindeyim. Bana kadar yüzebilmeyeceğinden korkuyorum. Umud ettiğim için boğulmuyorum. Derindeyim. Alıştım artık. Seni sahiller aldı.Anladım. Derindeyim. Alışır insan. Boğulacağını sanar ama alışır insan. Derindeyim. Bana kadar yüzemedin.
  • Terki-dünya olanları, dünya terk etti ama insanlar onlara "derviş" dediler. Kendilerine benzemeyenlerden hep korkarlar. Ya "deli" derler, ya da "derviş". Delileri severler, dervişlerden uzak dururlar. Oysa, delilikle dervişlik arasında olan nazik perdeyi yalnız deliler ve dervişler kendileri görer.
  • Bıraktığınız küçük boşluklar, büyük depremleri kışkırtır. Depremler bazen küçük hayatları yıkar ve "büyük insanlar"ı ortaya çıkarır, ama bazen de yıktığı görüntülerle birlikte o insanları da götürür.
  • Tabiatla arkadaş olmak vardı şimdi. Güneş senin bulunduğun karanlığı aydınlatır ve senin nerede olduğunu toprağa ışığıyla fısıldardı. Sonra yağmur devreye girer, yağmurdan sonra acaip güzel kokan toprak kendi kokusuna senin yerini fısıldayıp rüzgarın eline verirdi. Rüzgar da her güzelin saçını okşar ve sığala şükür edenler sayesinde ben senin yerinin neresi olduğunu öğrenirdim.
  • Benden koparılan her şeyi hatırlamıyorum. Hatta belki çoğuyla tanışmamıştım, ama biliyorum ki, kanatlanıp giden bi` şeyler var. Giden ve geri dönmek için çabalayan. Giden ve bazen beni unudan. Giden ve bazen.
  • Beynimde olan depremler, senin yapını sarsmadı diye benden korkmuyorsun. Yoksa, o depremlerden öyle bi` yıkılırdın ki, ben seni korumasam.
  • Hep en derine atılan taşlar ağırlık yapar. Ben üzerine döktüğüm kumlarla, o taşı yukarı çıkarmak istedim, beni terk etsin istedim. Meğerse, kumlar günah olup sulara karışmış durulmak için. Farkındaysan, yarattığım, çamurdan başka bir şey olmayacak neticede.Çamur  taştan daha ağır basar. Daha ağır incitir.
  • "Kimsin sen?" diye soruyorum bazen kendime. " Bu soruyu sana unutturmayacağım" gibi bir cevap dayanıveriyor iki dudağımın arasına.Ama susuyorum.
  • Var iken her kes biri için "olmaz"dır.



December 18, 2012

"Selam! Vedalaşmadan gitmeyeyim dedim"

Sanat Alemi sitesinde yayımlanan diğer yazımı aşağıdan link vasıtasıyla okuya bilirsiniz:

http://sanatalemi.net/makale.asp?ID=4072   

December 11, 2012

Selam, ben geldim:)


Bazılarının özgürlüğü uçurtmanın gökyüzündeki haline benzer. Özgürlüğü rüzgarın koynuna atılmak, uçmak, dalgalanmak sanırlar, ama aşağıdan birilerinin onları napnazik bir iple yönettiğinin farkına varmazlar. Özgürlük sadece rüzgara kapılmak değil ki... Sadece, bulutlara dokunmak değil ki...(Pardon, hal-hatır sormadan başladım konuşmama)

Yapmak isteyip yapamadığımız, yapmak istemeyip yaptığımız şeylerin nedenini ararız ve sevdiklerimizde cevap buluruz. Nefretimizi fark ederiz. Duygu dediğimiz beyin nöronlarının o kadar çok insanla bağımlılığını, o kadar çok sorumluluk yüklendiğini fark ederiz ki, özgürlüğün aslında ne olduğunu hiç bir zaman anlamayacakmışız gibi gelir. Çünkü bağımlılıklarımız içinde kendi seçimlerimiz, kendi isteklerimizin yansıması vardır. Saflığını kaybeden çocukluk, büyüdükçe olgunlaştığını iddia ediyor. Peki, neden saflık olgunluktan daha güçlü? Neden büyüklerin dostu yok, çocukların düşmanı? Bazen düşünüyorum ki, her kesin eceli gizli tutkularında saklıdır ve özgürlüğünü o tutkuları dışa çıkarmakla kazananlar, eceli de çağırmış olabilirler. Daha derinine gitmiyorum bu düşüncenin. Korkuyorum. Ecelle işim olsun, istemem. Yarım bıraktığım her şey gibi hayatımı da yarım bırakmak istemem. Belki özgürlük de peşinden koşmadığım bir yoldadır? Bilemem. 

“Kimim ben?” diye soruyorum bazen kendime. “Bu soruyu sana unutturmayacağım” diye bi` yanıt dayanıveriyor iki dudağımın arasına. Susuyorum. İçimde gizli saklı bir şeyler var, evet. Ama yazmak için bazen delirmeye ihtiyacım var. O yüzden paylaşamam ki, sakladıklarımı. Seni paylaşamam. Seni “hata” sanıp, başkalarında kaybettiğim “doğru”larımı paylaşamam. Sesimi yükselttiğim sevdiklerimin kalbini paylaşamam. Uzun süre aramadığım, sormadığım arkadaşlarımın düşüncelerini paylaşamam. Sahib çıkmadım ki, hiç birine. Kendimi her şeyi iyi yaptığıma, doğru yaptığıma inanmakla kandırdım. İtiraf edince de, felsefe yaptığımı düşündüler. Oysa, ben sadece doğruları çıplak haliyle tabağa koymak istemedim, süsleyerek servis ettim. Her şeyde süsü seven insanlık, bir tek benim süsümü anlamadığı için beğenmedi mi karışıklığımı? Ressamların abstraktına neden bayılıyorlar o zaman?

Felsefe yapmak ne, peki? Psikolojini de içine almıyor mu? İnsanlık dışı bir yorumda mı bulundum? Hayr, sen de anlamazlıktan geldin de, o yüzden soruyorum. Kusura bakma, ben yıllardır tanıdığım ama ismini bilmediğim sözlerin ismini öğrendim, onlarla seni de tanıştırmak istedim. Hata mı? Belki karışıklığıma alışır, sonunda benden daha karışık düşünmeye başlarsın. O düşünceden bu düşünceye atlarken, belki benim düşüncelerime de misafir olursun? Belki hep onlarda kalırsın? Belki seni duygularımla da tanıştırırım? Ama daha tanıştıramam. Kaçmandan korkuyorum. Seni misafir etmekten mutluyum. Şimdi de “mutluluk” lafına takılacaktım, ama neyse...Boş ver. Seni misafir etmekten memnunum.

Meşgul beyinleri, dışarıya karşı ilgisiz oldukları için  “hasta” sananlara ne dersin? Tanımadıkları, içlerinde kaybolup kalan “ben”lerinden  başka her şeyle ilgilendikleri için hasta olan kendileri değil mi, sence? Bence, o “ben”dir insanlığı bir birinden kopmaktan alıkoyan. Yoksa ki, bunlar dışarıdan buldukları “ben”lerle ferdileşmeye yüz tuttular.Anlamadığına eminim. Diyorum ki, kitle içinde yalnızların sayı artıyor. Alo? Duyuyor musun? Tamam, tamam. Şaka, canım. Milletin derdi bize mi kaldı? Yooo, sen keyfini sür, takma kafana. Ben söylemiştim, hatırlıyorsan, benden kurtuluş yok. Cevaplamadığına göre sorularımın devamını çekmek zorundasın. Şimdilik tamam. Kendine iyi bak.

http://sanatalemi.net/makale.asp?ID=4060   - SANAT ALEMİ saytında yayımlandı.

December 10, 2012

"SELAM NASILSIN?" Türkiyə saytında yayımlandı.

"Selam, nasılsın?" başlıqlı yazım Türkiyənin Sanat Alemi saytında yayımlandı. Bu işdə əməyi olan müəllimim Hayri Ataşa təşəkkürümü bildirirəm.
http://www.sanatalemi.net/makale.asp?ID=4049

December 8, 2012

Yorğanın qırmızı qızılgüllərdi...

Artıq 10 ildir ki, aramızda olmayan əmim - General-mayor Fikrət Məmmədovun 09.12.2012 tarixində doğum günüdür(09.12.1961-15.05.2002). Bu şeir onun əziz xatirəsinə ithaf olunub.



Məzarı al qana boyayan, demə,
Al rəngli çiçəyin ləçəkləridi
Olaydım o çiçək, al qanlı ləçək,
Girəydim canına, şah damarına
Qaytaraydım səni öz  həyatına,
Bir az gec düşəydi dən saçlarına.
Əridib gözündə donan yaşları,
Ananı acıdan qurtaraydım kaş.
Hər fəsli sərt qışa döndərən qəmin
Qəddar çomağını sındıraydım kaş, 
Sakitlik tapmayan iki insanın,
Təsəlli sözünə çevriləydim kaş.
Daha sağsağanlar gəlmir həyətə,
Gətirmirlər səndən xoş xəbərləri.
Ağacda bir qəfəs ola biləydim
Uçmağa qoymazdım bu elçiləri.
Atanın sinəsi bir sipər oldu,
Gözlədi gəlmədin, dərd qubar oldu,
Yoxluğundan ödünc aldığı qəmdən
Dözmədi ürəyi , dərbədər oldu.
Sağ ikən şəninə sağlıq deyənlər
Ata ocağından ayaq kəsdilər.
Sənə sadiq olan “vəfalı” kəslər
Sən yoxkən ünvanı tez dəyişdilər.
Yatağın olubdur soyuq bir məzar
Yorğanın qırmızı qızılgüllərdi.
Səni el-obana unutdurmayan,                                   
Səni xatırladan xoş əməllərdi.                                       

Gəl, uzat keçmişdən bir budaq mənə!

Əziz nənəm Tamara Cəfərliyə  ithaf olunur

Salıram yadıma uşaqlığımı,
Açılır önümdə dolu mənzərə.
Görürəm qarşımda səni, babamı,
Sızlayır qəlbimdə incə tel hələ.
Yadıma salıram məktəb illərin,
Sənin və babamın şirin sözlərin.
Məktəbə gedirəm xəyal iziylə
Duyuram nəfəsin əsən yellərin,
Əlindən tuturam zərif əllərin,
Darıxır ürəyim deyəsən hələ.
Böyümək nə yaman dərddir, ay nənə!
Unutdurur mənə ərköyünlüyü.
Keçmişdən bir budaq gəl, uzat mənə!
Yaslayım başımı mən dizlərinə,
Hiss edim saçımda sığalı yenə,
Unudum nə zaman böyüdüyümü.
Yenə qucaqlasın o dəniz məni,
Sahilindən bir az uzağa atsın,
Adımı çağıran o səsin zəhmi
Qəddar dalğalardan məni qorusun.
Qurtarsın o məni dərinliklərdən
Babamı qaytarsın həyat yenidən.
Gəl, uzat keçmişdən bir budaq, Nənə!
İnanım keçmişin gerçəkliyinə,
Gələcək gəlməsin deyirdim helə
Toxunmasın mənim əzizlərimə.
Qaytarsın babamın stulun yenə,
Bizim pəncərənin geniş önünə.
Gözləri yol çəkər bəlkə də yenə,
Təki ümid dolu nəfəsi qalsın.
Gəlsin, yalnızlığın beli qırılsın.
Gəl, uzat keçmişdən bir budaq mənə!
Nə səni, nə onu qoymazdım gedə,
Qoymazdım ocağın istisi sönə,
Qoymazdım fələyin tərs üzü dönə,
Bu böyük cismimlə uşağam yenə,
Bəlkə də gülərsən sən bu şeirimə,
Di gəl ki, bu uşaq darıxır hələ.

December 7, 2012

Həmsöhbət

Yaman çevirmisən üzünü məndən,
Saçlarımda gəzən əlin deyilmi?
İnan ki, qəbahət işləyib hərdən,
Səni var sayıram, xəyal deyilmi?  
Səhər oyananda nə deyim sənə?
Sabahın xeyirmi, günün xeyirmi?
Qəlbimi ağlına sən yastıq edib
Ruhumdan yorğanı bəyənmədinmi?
Yanlış anlamayın, bu şəxs özüməm
İçimdəki mənlə söhbətlərimdi
İndi soruşuram özüm-özümdən,
Görəsən, “Mən” mənim hansı səhvimdi?

Fələyin halları


Kimləri kimlərə yar etmisən, sən!
Ey fələk, çarxını dar etmisən, sən!
İnsanı ulağa  tay edib bəzən
Dünyanı gözümdə xar etmisən, sən!

Döndərə bilsəydim çarxını sənin,
Zaman anlamını yığışdırardım.
Öyrənə bilsəydim dərdini sənin,
Hər kəsin gözünü özüm açardım.

Kiçik yaşlarımdan öyrəşdim sənə,
Böyüyüb hirsimi yönəltdim sənə,
Üsyana sığmayıb azğın düşəndə
Yenə də başımı salladım sənə.

Qəlbim qıfıldaykən qınadım səni,
Sevgisiz bir yolda sınadım səni,
Azadlıq eşqiylə çöllərə düşüb
Sınmış ayaqlarla aradım səni.

Suallar cavabsız qalıbdır səndə,
Mənasız həvəslər yaranıb səndə,
İmtahan adıyla təşvişə salıb
Məzara məhəbbət yaranıb səndə.

Görən kim çalıbdır bəxtini səndən?
Kim ayrı salıbdır səni bədəndən?
İnsanla ədavət düşüb arana
Hər kəs almayıbmı payını səndən?

December 1, 2012

Ürək sol tərəfdədir, belə şeyləri tez hiss edər...


** Bir gün hakkımda “güçlü ruh sahibiydi” derseniz, inanın ben öldükten sonra, beni çok mutlu etmiş olursunuz. Ama yok, bazıları muhakkak, hakikate “olumsuz, negatif, melankolik” düşünce, pozitive ise hakikat olsa bile “aptal” düşünce diyerek, ruhumu bi` şekilde zayıf görürler. Onları şimdiden unutuyorum.

 ** Saçlarını rüzgar mı dağıttı? Hm... Sen öyle zannet. Aklımdan geçerken kalbime yakalanmış olmayasın? Ondandır belki...

** Yüreğinizi elinize verip kaybolan insanlardır, o yüreği gözünüzde kalem şekline salan. Yüreğinizi kaybettiğinizi sanarsınız, oysa her kes çok “yürekli” olduğunuzu düşünür. Ne güzel bi`şey bu kalem ya... Seni de aldatır, başkalarını da.Ama kimse farkina varmaz.

** Neye gülüyorum, biliyor musun? Gözümü katettiğim sokaklardan değil, sizler terk edip gittiğiniz sokaklardan alamıyorum. Aynı zamanda da öne bakmış oluyorum.Öne. Hiç tanımadığı, bilmediği boşluklara gözlerini alıştırmakla, aklının oyunlarına yüreğini de alet etmeyi seven insanın macerası da, bu boşlukları doldurmaktır zaten.

** Bəzən mənəviyyatın, ruhi aləmin oyunlarını bədən tərbiyəsindən verilən normativlərə bənzədirəm. O normativlərdən keçmək üçün həddən artıq təngənəfəs oluruq. Bədən tərbiyəsi bədəni formada saxlasa da, ruh forma məsələsində bir az tərsdir. Kimsə formasını saxlar, kimsə eybəcər bir şəkil alar, kimsə ümumiyyətlə itirər.

** Ən gözəl duyğuların qatilləri, məhkum olunmayanlardır.

** Gözəlliyin xatirələrdən qalmasından qorxurdum, indi özümün keçmişdə sakit gizlənməsindən qorxuram.

** Yaxşı bilirsiniz ki, əslində xoşbəxt olmağı deyil, sizi üzən şeylərlə barışmağı, onlara öyrəşməyi məsləhət görürsünüz hamınız. Axı, özünüzü tanıyırsınız.

** “Corab söküyü” hər kəsin corabını məhv etməyə başladı və insanlıq ayaqlarından başına qədər soyuqladı.
**  Həyat – o heç kəslə sənin qədər “mehriban düşmən” olmamışdı.

**  “Hiç olmadığın kadar” varsın aklımda.

** Разве жизнь не похожа на магазин пистолета? Сначала, с патронами которые уверяют  нас что мы бессмертны и исчезают в самый нужный момент. Потом остается самая последняя пуля для «контрольного выстрела». Но, она предназначена только для вас, а не для других как те предыдущие. И все. У кого магазин пуст, тот больше не возвращается. Жаль, что я в реинкарнацию не верю.

** Dilinizin ucunda yüzüme söylemediğiniz yanlış bi`düşüncenizin konuşmaktan korktuğunu biliyorum. Ama o düşünce sizden cesaretli, hiç değilse kendini sizden saklamıyor, siz onu benden sakladığınız gibi. Yürek sol tarafta, böyle şeyleri hisseder, bilmez misiniz? Hm...

** Boş ve düşüncesiz insanlar başkalarının düşüncelerini ağır sözlerle kınarlar. Bunu nasıl becerirler, merak ediyorum?

** Başkalarının akıllarında hep bir şeyler ararsınız. İyi arayın, belki faydası dokunur. Ama ararken o kadar derine inersiniz ki, yüreklerinden bi`şeyler çalıp kaybolduğunuzun farkına varmazsınız. İşte, o zaman, onlar da yüreklerindeki boşluğu sizin aklınızın yerine konuşmakla doldurur, kendilerinden bin türlü yeni düşünceler edinirler. Delirirler mi, acaba?

** Nerde olduğunu bilmiyorum. Bunu bilemeden şu an yerde bi` sürü insanın arasında 3-4 saniyelik yüzünü görebilmeyi hayal etmek her halde, en büyük “saflık”tır.Ya da nasıl diyorlar başka türlü? Aptallık mı? Evet, işte o, aptallık!

** Çok büyük bi` hayal gücünün mahsuluyu: hikaye biter, kalem uydurmaya devam eder.

** Güçlü insanların hayat, inceltse inceltse bellerini inceltir. Ruhları fazla kilolu olur, kaldıramazsınız.

** Belki de vedalaşmadan hayatımızdan çıkan insanları uzun zaman sonra yeniden görme şansı yakalarsak, selamlaşmak yerine veda sözcüğünü içimizden nasıl geliyorsa, öyle fırlamalıyız yüzlerine. Zaten belli, onları selamlarla tutamadık hayatımızda.

** Hayatı ne zaman kiraladığımı hatırlamıyorum, ama belli ki, benden önce birileri iyi bakmamış.

** Yaradan sizi yarattı, daha ne istiyorsunuz?!

** Yıkılanı yıkan geçmişle teselli etmeye kalkan insan değil miyiz? Bilmiyorum, belki de bi` zamanlar öyle değildiniz. Ama o zaman  ben yoktum, göremedim, kusura bakmayın.

** Когда человек сам хочет казнить  себя за свои ошибки – страшно. Не всякий поймет. Одно дело самоубийство, другое… Страшно. Одно дело убить себя из за глупой меланхолии, и чувства что ты несчастлив, другое казнить себя сознанием того что ты сделал что то очень плохое…Другое…Страшно.

** Göz yaşı, uzun zamandır kalbimden habersizsin.

** Əvvəllər insanlar tarixə düşürdü, indi isə öncə google və wikipediyaya düşür, sonra orda qaldısa, tarixdə də qala bilmə şansının dalıyca qaçır. Tarix də imicini dəyişib. İnsanlıq! Hər şeyi dəyişdin, bir özünü dəyişə bilmədin. Elə hey bir dövr keyfiyyətsizlərin çoxaldı, keyfiyyətlilərin azaldı, bir dövr isə əksinə, amma yenə də istəklərin imkanlarına görə çox böyük oldu.