October 31, 2013

Geleceğe bi`şeyler yazdım

Bazılarının takıntısı daha farklı olur: takıldıkları şey bağımlılık yaptığı için değil, bağımlılığın nasıl bir şey olduğunu öğrenebilmek için takılırlar.Çünkü dikkatleri hep dağınık olan bu insanlar, laubailiklerinden sıkılır ve bir süre gönüllerini dinlendirmek isterler. Takılırlar. Bağımlı olurlar ya insana, ya içkiye, ya uyuşturucuya, ya dualara, yada en azından sigaraya. Sonra bu takıntı bi` saplantı halini alır. Kimseye dertlerini anlatamazlar. Paylaşamazlar. Acıdan zevk almaya başladıklarını ancak suskunluğun kazandırdığı güçle anlar ve keyif alırlar. Evet... Evet.

2013 yılının Ekim`inden yazıyorum sana, ey Gelecek. 2014`ün yetişmesine az kaldı. Elimi uzatırsam yakalayacakmış gibi duruyor 1-2 ay ileride. Koparacakmış gibi ellerimi. Kaybettirecekmiş gibi umudumu. Hatırlatacakmış gibi geçmişten 5 yıl geçtiğini. Ekim ayını böyle çaresiz git-gellerinden dolayı seviyorum. Onun durumuna acıyorum ve bu acı ona karşı şefkatimi uyandırıyor, canımı acıttığı için ona nefret edemiyorum. Sürünüyorum Ekimle beraber sevinçten kedere, kederden boşluğa, boşluktan özleme, özlemden umuda, umuttan da sana, yani Geleceğe. Son ünvan bile olsan, başa dönderecekmişsin gibi duruyorsun uzakta. 

En ağır bağımlılık yapan madde-İnsandır. Neden insana karşılıksız bağlandıktan sonra onun kaybını duaya, içkiye, sigaraya bağlamakla yaşarsın? Çünkü ondan sonrakiler hiç biri karşılığı senden beklemez ve insanı kendisiyle aldatırlar. Tatlı bir yalanla uyuturlar. İnsan kaybolur kendinde. İnsanın kendinde kaybı çok büyük bir suçtur ama insan kimseyi suçlayamaz. O yüzden alköl bağımlıları, uyuşturucu bağımlıları, sigara bağımlılarının yaptığı gibi İnsan kaybını gayri-insanlarla doldurmaktan nefret ediyorum. Ben her kesin bir birini kolayca aldata bildiği bu dünyada, kendime karşı böyle bir saygısızlıkta bulunmak istemiyorum. Meğer bağımlı olduğumuz insanın kaybı sarhoşluk yaşatamaz mı? Kafayı duman edemez mi? Öyle bir eder ki, bunu atlatmak cesaret ister. Düşünsene, gerçeğin tüm unsurlarının oluştuğu hayal dünyasında sen kendine bir şeyler yapıyorsun ve ne olacağını tahmin etmeden kendine güvenerek ilerliyorsun. Şimdi, bunun acıtan tarafı ne, biliyor musun? Bu yolda fazla kişi eleniyor hayatımdan. Bir çoğu sıradanlığı ve aptal duruşuyla gözümdeki değeri kaybediyor veya hiç değer kazanmadan filtre`den akıp gidiyor.

Ömrümün değerli-değersiz kurbanları. Gönül dilerdi ki, değerlilerin gönüldeki ipini ben, değersizlerse kendileri kendi iplerini çeksinler. Ama hep öyle olmuyor, işte.Tam tersiyle yaşıyoruz bazen. Tam tersiyle yaşayan insan, tam doğruyu yani hakikati nasıl arıyor, ben onu anlamıyorum. Evet... Vay, vay!

Vay arkadaş! Güzellikten ilham alan bir kişilik taşıyorsan, işin zor. Hani o güzellikten birine taparsan ve kaybedersen, karşına çıkan tüm güzelliklerde ondan bir parça arayacak ve bulamayınca bunalacaksın ya. Durmak için süratini azaltmışken,yeniden koşmak zorunda kalacaksın ya. Vay işte, vay! Sen ilhamını güzelliğe bağladıkca, güzellik senden kaçacak ilhamını ayık tutmak için. Bazıları aşktan. bazıları parasızlıktan, bazıarı da bazı şeylerden acı çeker. Benim gözümü güzellik korkuttu, dostum. Acım da kendisi oldu. Huzuru da güzelliğe bağladım. Vay be...

Güzellik anlayışımı merak ettin, değil mi? 

Kalp kırmamak güzelliktir. Mesela, siniri bahane edip kalp kırmayan doğmaların ahatesindeysen, güzelliktir. Mesela, kıskançlığı bahane edip ilişkiyi uçurumun ta ucuna kadar getirmeyen birinin yanındaysan, güzelliktir. Sokakta yürürken düşündüklerinin kattığı heyecandan, farkında olmadan, birine gülümsüyor ve karşılığında onun aklında "deli mi, ne?" fikri doğmuyorsa, güzelliktir. Çalıştığın yerde yükselmek için alçalanların sözüne boyun eymiyor ve kafanı dik tuta biliyorsan, güzelliktir. Yüz hatları ve çizgileriyle gördüğün anda ilham aldığın birinden şiir yazıyorsan ve sana "şıpsevdi" denmiyorsa, güzelliktir. Geceyarı oturduğun evin balkonundan yağmuru izlemekle yetinmiyor ve kendini dışarı atıyorsan, kimsenin sapıkça davranışlarına rastlamadan eve geri dönebiliyorsan, güzelliktir. Bu gezinin sabahı akrabaların ağzında negatif dolu bir konu olmuyorsan, güzelliktir. Nedeni sadece kendine agah bir sebepden dolayı alkol alıyor ve pişmanlığını da hemen ardından çekiyorsan,bir anlık kendini caminin kapısında buluyor ve oradan kovulmuyorsan, güzelliktir. Yere atılmış ekmeği kaldırdığını gören çocuğun sana gülümsemesini görüyorsan ve içine bir gün onun da aynı davranışı sergileğeceği umudu doluyorsa, güzelliktir. Lisanını bilmediğin bir milletle aynı konsere katılmış ve sevinc yada kederin gözlerini doldurduğu yaşı onların da gözünde görebiliyorsan, güzelliktir. Her kesin uzunca düşünüp kararsızlıkla boğuştuğu zamanlarda, sen hiçbişey düşünmeden ama güvenle kendini yanan evin içine atıp ve oradan hem kendini, hem de başka bir canlını sağlam çıkara biliyorsan, güzelliktir. Verdiğin sözün sorumluluğu senden başka kimseyi rahatsız etmiyorsa, o sözü tuttuğunda kimse tarafından alkışlanmıyorsan ve tüm bunlara
rağmen, yine de bu dürüst özelliğinden vaz geçmiyorsan, güzelliktir. Üç yanlış, bir doğruyu götürdüğünde, her kes üç yanlış moduna geçiş yapıyor ve sen bir doğru modundan çıkmıyorsan, güzelliktir. Bir din mensubu diğer din mensubunu hakaret ettiğinde, karşılığını kendi dininin köküne bile hakaret duymadan, güzel cevapla alıyorsa, güzelliktir. İlan zehirli canlıdır diye onu ormanda keyfi istediği için öldüren bir insanın, şehire getirdiği bu "ölmüş canlıya" bakarak, her kes gibi o insanı alkışlamıyorsan, güzelliktir. Küçük, masum bir sırrını yakın bildiğin arkadaşınla paylaşıp, daha sonra onun beş-altı arkadaş arasında sırrına yakın konular açıldığında, senin sırrından imalar ettiğini duymuyorsan, güzelliktir. Hiç bir bağın olmadığın, ne aşk, neihtiras, ne arkadaşlık gibi hissleri paylaşmadığın, beş dakikadır ki, tanıdığın kişiyle konuşmaların günlerce sürüyor ve buna tensel ilişki olmadan devam ede biliyorsanız, güzelliktir. Dokunduğun insanın nefesini kesecek kadar hassas bir ruha sahipsen ve onun da dokunuşlarında nefesini kesmek için gösterdiği çabayı hissediyorsan, güzelliktir. "Seni seviyorum" demediğin halde gözlerinden gözlerini alamadığın bir insanın da, "seni seviyorum" demeden sana bağımlı kalması, güzelliktir. Aşıkların ilişkilerinin dayanıklığı bir süre sonra onlardan birinin canını sıkıp, yeni macera aratmıyorsa, güzelliktir. Ama bu nedenle gidenin arkasından hiç bir kırgınlık yüklenmiyorsa kalbe, eğer sevgin o gittiğinde ölmemişse, öldürmeye çalışmıyorsan ve hayatına o aşkı engel sanmadan devam edebiliyorsan, güzelliktir.


Dünyanın nizamı güzellik, insanlığın nizamı güzellik, ama nizamların bir biriyle uzlaşmaması çirkinliktir. Çirkin birine beş adım uzaktan "güzel" diyerek yaklaşmak ve yanındayken "çirkinliğini" onun yüzüne patlatmak, çirkinliktir. Oyunbazlık heyecan veriyorsa, oynadığın oyunlarda güzellik nizamını bozmaya çalışman, çirkinliktir. Yürüdüğün yolları temiz, yürümediğin yolları uzaktan dağıtarak çirkinleştirmek, çirkinliktir. 

Güzellikten ve çirkinlikten örnekler yazmaya devam etsem, yazım hiç bitmez. O yüzden ben kısa keseyim.Sen anladın anlayacağını, değil mi? Bir de beni tanıyorsun az-çok, çabuk sıkılırım ve acele ederim yeni konuya kurs almak için. 

Sana gelene kadar ben çok büyürüm ya, ey Gelecek. Senin yaşın bilinmez, benim de yaşım çok uzasın istemem. Şimdi sen ne kadar yaşlanırsan yaşlan, hep gençsin bizlerin gözünde. Hatta hep doğmamış, anne rahminde çoçuk gibisin. Ama biz doğarız ve seni bekledikçe, her gelişine bir saniye sonra geçmiş adı verip tekrar gelişini bekledikçe, kırışlarımız yüzümüzü, tenimizi sarar. Cismimi yaşatan ruhum gençliğinde kazandığı pürüzlerden yaşlandıkca doğrulmağa çalışırken, cismim eriyor, bazen çirkinleşiyor bile. Ben bunu istemiyorum. Kırk beş`inde ölsem mi, acaba? Bu arzuya şimdiden kapılmaktan korkuyorum. Ya şimdi kırk beşin ölüm anını bekleyip, o an yetiştiğinde yaşamak hevesime adrenalin yüklenirse? Nasıl baş ederim ben bu çelişkiyle? Elimde olmaz ki. An içinde dünyamı değişirim. Nerde pişman olacağım bile bilinmiyor. Bu konuya da fazla girmeyeceğim. Boş ver. 

Seni beklemeden özlüyorum, desem? Kimse anlamasa da, sen anlarsın. Umarım sana iyi bakıyorlar. Hoşça kal. 

No comments:

Post a Comment