December 28, 2012

Üç istekle yeni doğan BEN


Yürürken kalabalığın içinde seçilen güzel parfümlerin kokusunu daha iyi almak için bazen gözlerini kapatıp yürüdüğünün farkına varmıyordu. Böyle yürümekle birine çarpıncaya kadar ona kendini unutturan kokularla  karşılaşıyordu. En çok da içlerinde aradığı bir özel kokunu bulmak istiyordu. Uzun zamandır rastlamıyordu o kokuya. Sadece yaşaya bileceği bir kokuydu, ifade edemiyordu, hangi parfüm olduğunu bilmiyordu, araması için yardımcı olacak hiç bir şeye sahip değildi. Kokuyu hatırlıyordu, çünkü bir defa yaşanan o koku, her defasında hayata dönüyordu, burnuna dokunduğunda. Hatta yaşandığında bitmesini istemediği bu kokuyu değersizleşdirmemesi için, evinin her odasında doğal limonlar yerleştirmişdi. Bazıları ağaçtan sarkıyor, bazılarıysa tabakta bulunuyorlardı. Eve gelince, dışarıda duyduğu o unutulmaz kokuyu hafızasından silmek için, her defasında yeniden yaşanmasını sağlamak için bir kaç dilim limon yiyordu. Daha çok kabuğunu sevdiği için ekşiliğinden rahatsız olmuyordu.

Evet, kimsenin bilmediği, böyle küçücük ve acaip takıntıları  ya da saplantıları vardı. Bir  gece rüyada kendisini görmüştü. Daha yeni-yeni büyüyen bir çocuktu. “Hayat” isimli yaşlı bir adamla karşılaşmıştı farklı kokuların uçuştuğu bir karanlığın içinde. Nerede olduğunu bilmiyordu. Büyümeyi durdurmuştu. Yaşlı adama aşık olduğu için çocuk haliyle onun taklitini yapıyordu. Yaşlı adam çocuğun yaşlandığının farkındaydı, ama onun hayranlığından doyamadığı için çocuğu uyarmıyordu, haberdar etmiyordu. Bir anlık kendini  nasıl olduysa, ölü buldu rüyada. Sonra aynı yaşlı adam ona doğru gelip şunları söyledi: “Sana yalan söyledim. Ben yoktum.”

Anında uyanıvermişdi uykusundan ve rüyasını kimseye anlatmamış, yorumlanmasını istememişti. Kendisinin hiç bir fikri olmadığı bu rüyaya, başkalarının fantazisiyle inanmak istemiyordu. Önce kendinin bir fikir edinmesi gerekiyordu ama hiç acelesi yoktu.

Kaydırgan duygularını def edebilse, en yüksek zirve olan kalbine tırmanmayı deneyecekti. Bu şehrin onsuz kalacağı günü merak ediyordu. Var iken bu şehirde yok ola bilmek. Bunları denemek istiyordu, ama felsefeye götüren her şeyden uzak kalarak. Çünkü yaptıklarını açıklaması gerekecekti, kendini açıklaması, fikirlerinin nerden kaynaklandığını açıklayarak, yaşamını ispat etmesi gerekecekti. Tüm bunlardan kaçması gerekiyordu. Felsefesiz, psikolojisiz, bilimsiz.

Vicdanlı olmak... Yolculuğunda kimseden vicdanlı olmaktan başka bi`şey beklemiyordu. Ne fazla iyi, ne fazla kötü, ne fazla yalan, ne fazla doğru. Konuştukları yalanda bile her kesten vicdanlı davranmayı bekliyordu. Zaten insanoğlu bir kere cennetten kovulmuş ve ben onun bu hayatta melek olmasını bekleyemem, diyordu. Bazılarının o biri dünyadakı makamını şimdiden düşünmesine gülüyordu bazen. Ne makam düşünüyorsunuz ki? Sanki düşündükleri ve kaygıları, yaşadıkları yalanın içinde doğrularına kavuşmalarına yardımcı olacak! Çok gülerdi ya, böyle insanlara. “Adım atmayalım da cennet ayaklarımızın altından kaymasın”, “Fazla günah işleyelim de cehennemde dünyadakı en ünlü isimlerle karşılaşalım”... Allahım! Aptal mı bunlar? Size ordakıların listesini kim verdi ki?Allah, Allah! Düşünüp bir cevaba ulaşamasa da, insanların vicdanlı davranacaklarına inanmak istiyordu. Vicdanlı olmak... Her kes farklı anlar mı bu sözü? Farklı mı kullanır? Öyle galiba ...

Kafası karışınca alkol almayı ters çevirmezdi, ama uzun süredir ki, alkolün onun içindeki kavgasına engel olacağını düşünüyordu. Vicdanlı insanlar kafaları yerindeyken yalan konuşamazlar ve doğrunun acısıyla yaşarlar. Ama bi` kadeh içtiler mi, yalana teslim olur ve tüm doğru dışarı çıkıverir. Ayıldıklarındaysa, doğrunun gözlerinde bir gram olsun, değeri kalmamış olur. Bir kere yalana teslim olan, zaten kafası yerine gelsin hiç istemez. O yüzden, acı da olsa kavgasıyla başbaşa kalması gerekiyordu. Belki ruhu kanında oturuyor, alkol  kanıma karışınca ruhum daha da karışmaz mı?!
Kendisiyle ilgili kimseye yalan söylemezdi. Ne ilk tanışmalarda, ne de ki uzun süren ilişkilerde. Kendisince, her şeyi söylemenin doğru zamanını yakalarsa, yalan söylememiş olacaktı. Bir de bazı kitapların, dergilerin kokularını sevmez mi? Evet, bu takıntısını bile bazen çekinmeden itiraf eder.

Düşünen insan susmaya daha erken alışır. Ama bunun öncesinde konuşması gerek, tanıdığı, bildiği insanlarla sohbet etmesi, tartışması, konular paylaşması gerek. Aklını o kadar çok karıştıracaklar ki, tüm düşünceleri süzgeçten geçirip yerine oturtması için konuşmayı azaltması, bir süre sonra tamamen susması gerekecek. O zaman başkalarından kopardığı her şey içinde onun kendi adından konuşmaya başlayacak. İçindeki seslere sözleri kalıp yapacak, sonra cümleler, sonra yeni icatlar, sonra hayal kırıklığı, sonra huzur, sonra mutsuzluk, yani huzuru terkettiren hikayeler... Böylece dünyaya “suskun” bir insan gelecek. Onun içinde doğdu ve ölmeyinceye kadar konuşmak yasak. Hani ruhu genç kalan insanlar var ya, onlardan sanardı kendisini. İçindeki yaşlı adamı kimseye göstermez, ama her kesin bunu farkettiğini bilirdi. Çünkü onlar gibi değildi. Deliydi. Ya?! Delinin yola çıkma zamanı ...

Huzuru kaçan insanlar  hallerini “mutsuzluk” sözcüğüyle anlatırlar ve aptalca “mutluluğu” aramaya kalkarlar. Hadi, canım! Mutluluk diye bir şey var, nerede yazıldı ki? İçinizde huzurunuz kaçmış sizin. Bilin ki, bunun suçu hep başkalarına ait değil. İsteklerinizi fazla büyüdüp büyük hayal kırıklıklarıyla karşılaşıp da, böyle “mutluluk arayanlar” kervanına eklenirsiniz. Ben de diyorum, suratınızdan düşen bin parçanın nedeni kim?İçinizdeki “ben” elinizden kaymış ve kırılmışsınız. İşte, ben de o yüzden içinizde bir “ben” var, onu koruyun, ona dikkat edin diyordum. Bana “deli” dediniz. Peki, gözünüzü delen ve ağlatan o parçaları içinizde taşımakla siz “akıllı” mı oldunuz? Ben “benimle” barışığım diyemem, ama onu taşımayı ve kayarken sert düşmemesini sağlamayı bilirim, hiç değilse.

Bu düşünceler, bu karmaşalığın yarattığı kasırgadan kurtulmanın yolu – yalnız bir yolculuktu. O da, bu yola çıkmıştı. Ama düşünce düşünceyi getirdiği için, kasırga dinmediği için ve hayata dönmek istediği için 3 isteğinin gerçekleşmesini diliyordu: izini kaybettiği kokuyu bir daha duymak, hayata neden geldiğini anlamak ve vicdanının sızlamasını dindirmek.Bu üç şey onu her kesle kaynayıp karışarak hayata dönmesini sağladı ve her kesten biri yaptı. Onların gerçeğinin içinde kaybolmak istemese de, yorulmamak istedi. Hangi zamana ait olduğunu bilmeden, düştüğü zamanın girdabında yoğrulmak istedi, yapısına ihanet etmek, geleceğin çağırdığı “avanqard” yapıyla ona doğru koşmaya başladı. Vedalaşırken de : “Vicdanlı olmak...Bu muydu vicdanlı olmak, adam?!”  diye uzaklaşmıştı kendinden. Geri dönmek için zamanı çoktu, son dakikada uyanmak kararı vermeseydi. Affetmek mi, affedilmek mi istemiyordu? Ben de anlamış değilim.

SANAT ALEMI SİTESİNDE DE YAYIMLANDI: http://sanatalemi.net/makale.asp?ID=4125

                                    

1 comment:

  1. Как всегда ты дотронулась до темы,которая заставляет задуматься не только о герое,но и о своей жизни тоже...Раздумья героя преврашаются в раздумья читателя (читателя,который читал внимательно,вник в суть прочитанного и понял смысл).Мои апплодисменты

    ReplyDelete